Minecraft Hikayeleri

Minecraft Hikayeleri

Başlangıç

17 Haziran 2014 Salı
Başlangıç

Başlangıç (Minecraft Hikaye)

1. Bölüm

Uyandım. Hiçliğin ortasında. Hafızam bomboş iken. Küplerle dolu idi dünyam. Gözlerim sanki bilgiye açmış gibi gördüğü herşeyi anlamaya çalışıyordu. İçimde bir gereksiz telaş, ne yapacağımı bilmiyordum.

Kalktım. Kendisini ortasında bulduğum çölde yürümeye başladım.Bana sonsuz gibi gelen bir süre sonra zaman kavramı aklıma geldi. Kafamı yukarı kaldırdım. Güneş tepemde. Bu öğlen vakti demekti. Gece olmadan saklanacak biryer bulmalıydım. Dürtülerim çalışıyordu. Aklım düzgün düşünemiyordu, kimdim ben? Neden buradaydım? Bu soruların cevapları bulunmalı. Ama önce hayatta kalmalıyım. Eğer hayatta kalamazsam cevap da kalmaz. Koşmaya başladım. Koştum, koştum ve koştum. Çölün çıkışını bulana kadar koştum. Güneş gözümü alıyor, gördüğüm şeyi idrak edemiyordum. Orada bir orman mı vardı? Umursamadım cevabı almayı, dürtülerim "koş" diyordu ve ben onlara uyuyordum. Ağaçların gölgesine girene kadar koştum.

Sonunda biraz rahatladım ve dinlenmek için oturdum. Düşünmeye başladım tekrar kendimi. Birşeyler hatırlamaya çalıştım ama nafile.Bir anda orman'ın derinliklerinden rahatsız edici bir gurultu sesi geldi. Bu bir canlının varolduğunu gösteriyordu. Ormanın derinliğinden geliyordu ses. Dürtülerim "gitme" dese de ben bu sefer aklımı dinlemeye karar verdim. Keşke bu kararı vermeseydim...

Ormandaki ağaçlar güneşi örtüyor ve loş bir ortam yaratıyordu. Orman derinliklerine gittikçe gurultu sesi daha rahatsız edici ve daha yüksek gelmeye başladı. Yavaş yavaş korkmaya başladım. Ormandaki ölü ineği ve onu yemeğe çalışan yaratığı gördüğümde korkum katlandı. Dondum, hareket edemeyecek kadar korkmuştum. Sonunda bir adım atmayı başardım. Ve bir adım daha. Ve sonra bir adım daha atmaya çalıştım ama ayağım bir dal parçasına bastı. Kırılan tahtanın gürültüsü yaratığın sesini bile bastırdı.

Yaratık bir an durdu ve bana doğru yavaşça dönmeye başladı. O döndükçe yüz hatları belli oldu. Bir göz deliği boş, yüzünün yarısı kesik ve ısırık izleri ile dolu, ve... Ölü. Bana doğru gelmeye başladı. Hızlı ve emin adımlar ile. Arkamı döndüm ve hiç bakmadan koştum. Yaratık hiç de yavaş yürümüyordu, aradakı mesafe yavaş yavaş kapanırken, kalbim sanki göğsümden fırlayacak gibi atıyordu.

Hiç beklemediğim birşey oldu, ayağım bir dala takıldı ve düştüm. Yaratık daha ben kalkmadan aradaki mesafeyi kapattı.Üzerime çullandı. Ayağım ile onu itmeye çalışıyordum ama çok ağır. Tekrar dürtülerim harekete geçti ve yerden bir taş parçası kaptım. Ne yaptığımın farkında bile değildim ama umrumda da değildi. Taşı olabildiğince sert bir şekilde yaratığın kafasına vurdum. Kırılan kemiğin mide bulandırıcı sesi ve ardından yaratık yanıma düştü.

Hemen kalktım ve hızlı adımlarla uzaklaştım. Eğer bunlardan bir tane varsa daha fazlası da olmalıydı. Hemen en yakın ağaçtan birkaç dal kırdım, kendime çakma bir kılıç yaptım. Keskin görünmüyordu ama korunmak için yeterli idi. Korkularımı hiçe sayarak ormana daldım.

2. Bölüm

Orman karanlık ve korkunç. Dikkatli olmalıyım. Binbir mahlukat sesi arasından geçerken kalbim hala önceki olayın şoku ile isyan edercesine atıyordu. Bir ağacın altında durdum. Sonra tırmanmaya başladım. Ağacın üzerine çıkacak ve en yakın medeniyet'i arayacaktım.

Tırmandım ve gördüğüm manzara umudumu tazeledi. Küçük bir kasaba ormanın ortasında, sanki bütün karanlığa kafa tutarcasına dikilmişti. Hemen aşşağı indim. kaybedecek zaman yok. Kasabaya doğru olabildiğince hızlı biçimde yürümeye başladım. En fazla 2 saat mesafe vardı arada.
Ama havayı fark etmemiştim. Kasaba bana bütün dertlerimi unutturmuştu. Havanın karanlık olduğunu gecenin köründe anlayabildim. Yine içimi o bilindik telaş kapladı. Barınacak yer bulmalıydım. Biraz ötemde bir mağara vardı. Mağaraya doğru yöneldim. Belimdeki tahtadan yapılma çakma kılıcımı aldım elime.

Mağaranın girişinde bir saniye durdum. Sonra küfürler eşliğinde karanlığa daldım. Yolumu el yordamı ile buluyordum. Gözlerim karanlığa alışmıştı. Daha iyi görsem de hala yeterli değildi. Bir ışık hüzmesi vardı tünelin sonunda. İlerledim oraya doğru. Sonra gördüğüm manzara beni şok etti. Bir vadi boylu boyunca uzanmış, meşaleler ile aydınlatılmış. Burada konaklayabilirdim. Tam dönecektim ki vadinin tabanındaki yaratığı gördüm. "Bir tane daha olmasın, bir tane daha olmasın." diye dua ederken kayanın arkasına saklandım. Yaratığın yürüyen bir ölü olduğuna kanaat getirmiştim. Ancak yanındakiler daha da beterdi. Bir iskelet vardı yanında. Hemde yay tutanından. Ha elbette üzgün görünen yeşil yaratığı da unutmamak lazım. Yeşil yaratık gerçekten çok üzgün görünüyordu. Yaratıklar ile aramızdaki mesafeye rağmen hala kendimi güvende hissedemiyordum. Bu gece uyuyamayacağımı anladım. Mağaradan çıkmaya yeltendim ama...

Mağara girişinde örülmüş örümcek ağını gördüm. İşler her dakika garipleşiyor, daha ürkünç hal alıyordu. Ağ engelini kaldırmak kolaydı ama ağı ören yaratığı kaldırmak pek kolay olmayacak gibime geliyordu.
Ağı tahta kılıcım ile kesip yola devam ettim. Küçük ve dar patikada ilerlerken bazen garip sesler duyuyordum. Adımlarımı hızlandırdım. Daha hızlı, daha hızlı. Burada olan yaratıkları hiç sevmedim, sevmeyi de düşünmüyorum. Onların da beni pek sevdiğini sanmadım. Yolda ilerlerken siyah birşeyler dikkatimi çekti. Bir çalının içinde hareketli siyah ve gerçekten büyük bir hayvan vardı.
Çalıları korkarak kaldırdım. 8 Kırmızı göz bana baktı. Ben daha hareketlenemeden üzerime saldırdı. Kıllı, kocaman bir örümcek. Üzerimden attım. Kılıcımı çektim.

Birbirimizin etrafında daireler çizmeye başladık. Örümcek tıslıyor, bana tehtidkar bakışlar fırlatıyor, ben de kılıcımı her an saplamaya hazır tutuyordum. Umuyordum ki tahta kılıç en azından zarar versin. Bir anda üzerime atıldı. Kılıcımı var gücüm ile sapladım örümceğe. Tahta bir kılıcın bu kadar keskin olduğunu düşünmezdim. Örümceğin gözlerinden birinden kafasına girdi. Kılıcın ucunda kıvrandı, sonra hareketsiz kaldı. Öldüğünü anladım. Artık daha az korkmaya başlamıştım. Sanırım buraya alışıyordum.

Güneş doğmak üzere idi. İlk gecemi başarı ile atlatmıştım. Kasabaya varana kadar tek bir yaratık işareti bile görmedim. Kasabaya vardığımda, güneş de kendini göstermeye başlamıştı. Kasabalılar beni gördüğünde şaşkınlık içerisindeydiler. Kasaba etrafına bir sur çekilmişti. Gardiyanlar zırhları içinde parıldıyordu. Bir tanesi okunu bana doğru doğrulttu. Duraksadım.

3. Bölüm

Bana sonsuz gibi gelen bir bekleyişin sonunda gardiyan insan olduğuma kanaat getirmiş olmalı ki yayını indirdi. Sonunda birisi geldi ve bana içeri kadar eşlik etti. Beni köy yaşlısına götürdü.

Yaşlı adamın kırışık içinde kalmış yüzü vardı. Beyaz sakalları gür ve güçlü idi. Gözleri, yüz yılın bilgeliğini taşıyordu. Bir saniyelik sessizlikten sonra sorularına başladı
"Kimsin sen evlat? Ne işin var burada?"
Ağzımı açmaya yeltendim ama açamadım. Zaten yeterince cevap eksiğim vardı, biraz daha fazla soruya hiç ihtiyacım yoktu. Ancak olanları anlatacak birine ihtiyacım vardı, burada neler olup bittiğini bilen.
"B-Ben bilmiyorum, kendimi burada buldum, çölün ortasında... Ve sonra orman, b-bir ölü, ama yürüyor. Çok korktum, ve bir ö-ö-örümcek... Saldırdı, yapabileceğim başka birşey yoktu..."
Yaşlı adam elini kaldırdı ve susturdu beni.
"Anlıyorum. Sanırım hafızanı kaybettin. Bununla sonra başa çıkmamız gerekli."
Yaşlı adam pencereden dışarı bakarak devam etti konuşmasına
"Öncelikle kuşatmanın delinmesi gerekli."
"Ne, nasıl yani? Bu... Şeyler tarafından kuşatıldınız mı?
"Sandığından daha akıllılar evlat. Sen kuşatmayı yardın. Bizim ihtiyacımız olan şeyi yaptın. Ben senden son bir yardım daha istiyeceğim. Şu şeyleri uzaklaştırmamıza yardım et, bende sana hafızanı geri kazandırayım." Yaşlı adam elini uzattı. Hiç düşünmeden elini sıkıp anlaşmayı kabul ettim. Yaşlı adam durdu, beni eskimiş kıyafetleri içinde süzdü.
"Eğer bizimle birlikte savaşacaksan o çubuktan daha iyisine ihtiyacın var." Sabır ile sandığına yürüdü yaşlı adam. Sandığı açti ve içini bir süre karıştırdıktan sonra aradığını buldu. Elinde bembeyaz ve keskin bir kılıç ile geldi.
"Bu kılıç gençliğimde benimdi. Ama gördüğün gibi ön cephede savaşmaya pek niyetim yok. Senin olabilir."
Başım ile teşekkür edip kılıcı aldım. Bir de kılıç kemeri verdi yaşlı adam. Yaşlı adamın evinden dışarı çıktım ve sura doğru yürüdüm. Surda Aggar isimli bir kumandan karşıladı beni. Zaman kaybetmeden bana zırhımı verdi. Örgü zincir üzerine demir plaka zırh. Korunmaya yeter diye umut ediyorum.
Surların üzerine dikti beni, gözcü olduğumu söyledi. Görünüşte hiç yaratık yok gibiydi. Ta ki gece çökene kadar... Çöken gecede duyduğum sesler beni ürkütmeye fazlasıyla yetiyor, hatta artıyordu. Köyün tamamı uyumuştu. Sadece nöbetçiler ve kumandan Aggar uyanıktı.
Köyün güney tarafında savaş başlamıştı bile, kılıçların sürtmesi, eti kesme sesleri ve daha nice miğde bulandırıcı ses. Köy kilisesinin çanı ötmeye başladı, bunun manası eli silah tutan herkesin yardıma koşması idi. Kadınlar ve çocuklar sığınaklara indiriliyor, erkekler silahlandırılıp surlara gönderiliyor, savaş devam ediyordu. Kuzey tarafında da bir hareketlenme vardı, okçular yaylarını gerip bırakıyorlar, canavarların üzerine yağmur gibi ok yağdırıyorlardı.
Bir tane örümcek surdan girmeye çalıştı ama tek kılıç darbesi ile cansız bedeni surdan aşağı düşürdüm. Ölen askerlerin çığlığı dayanılmazdı. Geri çekilmeye başlıyorduk. Yavaş yavaş kaybediyorduk bu savaşı. Mühendisler deli gibi mayın yerleştiriyordu yerlere. Kan kokusu burnumun direğini kırıyordu. Biz daha kuzey saldırısı ile baş ederken güney kapısından içeri girdi yaratıklar. Hızlı bir biçimde surdan aşşağı indim ve güney tarafına koştum. Bir kemik yığını bana saldırmaya çalışsa da mayının kurbanı oldu. Önüme gelen ilk zombiyi indirdim, ve hiçbirşeyi umursamadan önüme geleni kesmeye devam ettim. Zırh aralığından omzuma bir ok saplandı ama hissetmedim. Bir kılıç darbesi yanağımı kesti ama bunları hissetmiyordum. Savaş humması olmuştum. Çılgınca kahkahalar atarak önüme geleni biçiyordum. Kuzey saldırısını tek başıma püskürtüyordum.
Sırtıma bir örümcek atladı, kılıcım ile kestim. Zombi sarılmaya çalıştı, kafasını kopardım. Öyle piskopatça bir kahkaha attım ki, kendimden bile korktum. Kuzey kısmında yaratıklar geri çekiliyordu. Daha sonra yeşil renkli ve hüzünlü suratlı yaratıklar gelmeye başladı. Köy halkı "Creeper geliyooor!" diyerek kaçmaya başladı. Saldırmak için hazırlandım. Savurdum kılıcımı, hiç beklmediğim birşey oldu. O şey "SSSsss" sesi eşliğinde patladı ve 10 metre kadar sürüklenmeme neden oldu. Kafamı bir taşa çarptım. Ve bayıldım.



4. Bölüm


Uyandığımda hatırladığım ilk şey korkunç baş ağrısı idi. yavaşça gözlerimi açtım, manzara yıkık bir köyden ibaretti. Çatılar yıkılmıştı, hiçbir yaşam belirtisi kalmamıştı köyde. mayınlar patlamış, ama yaratıkları durdurmaya yeterli olmamıştı anlaşılan.
Hemen kalktım ve köy merkezine gittim. Ortalığı kan kokusu bastırmıştı. Midem kalkıyor ama yine de yürümeye devam ediyordum.
Sonunda köy merkezini buldum. İçeri daldım. Yaşlı adamdan eser yoktu, ve benim de zamanım yoktu. Harabeye dönmüş evde yaşlı adamın sandığına doğru yürüdüm. Sandıkta balta ve kazma vardı. Ayrıca yaşlı adamın verdiği kılıç da yanımda idi. Evde biraz daha oyalandım ve birkaç yiyecek de buldum. Hepsini sırt çantama koydum. Kazma ve balta için bir kemer bulup sırtıma astım. Kılıç için de bir kemer yaptım. Çok derme çatma bir kemer idi ama işimi görüyordu. Köyün yıkık surlarından dışarı çıktım. Artık yalnızdım. En azından başka bir köy bulana kadar.
Bir ormanın içinden yürüyordum. Bir anda bir çığlık dikkatimi çekti. Hemen o yöne doğru koşmaya başladım. Ve sonunda bir mağaraya geldim. Yazısı okunmayacak kadar eski bir tabela sallanıyordu mağara girişinde. Çığlık atan her kim ise son saldırıdan kurtulmuş olmalı idi. Mağara karanlıktı. Koşuyordum, ayaklarıma taşlar batıyordu ama aldırmıyordum. Bir daha duydum çığlığı. Adımlarımı hızlandırdım. Ve kılıcımı da çektim. Sonunda büyükçe bir mağaraya geldim. Manzara dehşet vericiydi. Bir kadın mağarada köşeye sıkışmış, çevresini saran hortlakları bir sopa ile uzak tutmaya çalışıyordu. Kadın'ın çevresini saran hortlaklardan biri kadının savunmasını aşmaya başardı ve ben daha oraya gelemeden kadının boynunu kopardı. Sıcak kan benim yüzüme kadar sıçradı. Cansız beden yere serildi. Bir anda içimi bir öfke kapladı, içimde daha önceden bildiğim ateş tekrar yanmaya başladı. Önüme gelen ilk hortlağı ikiye ayırdım, birbaşkasının kafasını kestim. Kendimi durduramıyordum. İçimdeki avcı kontrolü ele almıştı. Ellerim karıncalanmaya başladı, sanki kılıcım titriyordu. Ve sonra, kılıcım değdiği her yaratığın alev aldığını gördüm. Birşeyleri anlamıştım, kılıç çok eski bür büyü ile efsunlanmıştı. Durduğumda yerde yatan ölülerin arasında yürümekte zorlanıyordum. Bitkin düşmüştüm. Biryerlerde uyumanın vakti gelmişti. Yapabileceğim en iyi şey küçük bir oyukta uyumaktı. Ve öyle de yaptım.
Rüyam gerçekten berbattı. Sadece bir gün içinde olanlar yetmezmiş gibi kader sürekli bana birşeyler yolluyordu. Rüyamda bir kalenin içindeydim. Ancak kale kan kırmızısı tuğlalardan yapılmıştı. Hayır, bu kale yer altında idi. Hemde belkide binlerce metre. Lav orada su kadar vardı. Ve yine yaratıklarla doluydu. Ellerinde bilinçsizce kılıç taşıyan domuz-adamlar, ağlayan hayaletler vardı. Kale içinde görkemli bir taht yapılmıştı. Tahtın üstünde bir adam oturuyordu. Elinde bir kılıç vardı. Kılıcın üzerinde alevler dans ediyordu. Adam boş gözküreleri ile doğrudan bana baktı. Sanki rüya değil gerçek gibi. Kılıcı alıp üzerime yürüdü, yanıma yaklaşınca birkaç saniye durdu ve fısıldadı "Küçük kahraman kuşatmayı püskürtememiş... Hafızanı gelip kendin alman gerekecek." Kılıcını bana savurmak için kaldırırken piskopatça bir kahkaha attı ve kılıcını indirdiğinde bende uyanmıştım. Kafamın içinde hala sesleri hissedebiliyordum.
Mağaradan dışarı çıktım. Hava aydınlık ve güzeldi. Yürümeye devam etmek istedim ama etmemeliydim. İçimdeki ses bana öyle diyordu. Burasının artık yeni evim olduğunu söylüyordu. Sandıktan bulduğum baltayı elime aldım ve en yakın ağaca doğru yürüdüm. Yenilgiyi kabullenemiyordum. Ayaklarım beni ağaca sürükledi. Baltamı ağaca indirmeye başladım. Ağaç birkaç darbeden sonra yere düştü. Her balta vuruşumda hayatta kalmam gerektiğini hatırlıyordum.  



Yazar : Manyak [manyak değil adı manyak :D]

Copyright @ 2013 Minecraft Hikayeleri. Designed by Templateism | MyBloggerLab

Kaç online